Friday 14 July 2006

Hatay Keldağ Dalışı Türkiye-Suriye Sınırı - Temmuz 2006


Yaz tatilimin bir bölümü geçirmek için Mersin’deyim. Saat sabahın dördü. Mersin-Adana otoyolunda tek başıma ilerliyorum. Henüz gün ağarmamış. Bagajda dalış malzemelerim, aklımda ise planladığımız dalış var.


Hedef, Adana Dalış Grubu (ADG) ile Antakya-Samandağ bölgesinde Keldağ eteklerinin denizle buluştuğu mevkide dalış yapmak. ADG’nin maillerini birkaç ay önce internette görmüş ve Grubun kurucusu Özgür Kocamaz’a bir e-mail atarak, yurtdışından misafir dalgıç kabul edip edemeyeceklerini sormuştum. Özgür hemen olumlu cevap vermiş, ben Türkiye’ye gelince de, dalış tarihini telefonla kararlaştırmıştık. Bölgede hiç dalış yapmamış, hatta Hatay’ı evvelce görmemiştim. Bu durum dalış gezimi daha da heyecanlı kılıyordu.

Saat beş gibi Adana girişinde maceralı bir şekilde ADG ile buluştuk. Tanışma faslından sonra, malzemelerimi grubun arabasına yükledik. Vakit geçirmeden tek araba Antakya’ya doğru yola koyulduk.

ADG öyle yüzlerce kişinin üyesi olduğu bir grup değil. Şimdilik sadece dört kişiden oluşan bir arkadaş topluluğu. 2005 yılında kurulmuş. Üyeleri Özgür, Fırat, Murat ve Halil. Amaçları işlerinden arta kalan zamanlarında biraraya gelip, dalış keyfini birlikte yaşamak. Tüp dahil, kendi malzemeleri ile dalıyorlar. Hatta kendilerine bir tekne dahi almışlar. Bir de WEB sayfası yapıp, tüm faaliyetlerini internette yayınlamaya başlamışlar. Yolda grup üyelerinin aynı zamanda yamaç paraşütcüsü olduğunu da öğreniyorum. Aslında bu beni pek şaşırtmıyor. Ne de olsa “uçmak” iki sporun ortak paydası.


Yol manzaralı. Özellikle İskenderun ve çevresinin güzelliği gerçekten etkileyici. Antakya ve Samandağ’ı da geçip, üç buçuk saatlik muhabbeti bol, keyifli bir yolculuktan sonra, Çevlik Limanına varıyoruz. Burası çoğunluğu balıkçı teknelerinden oluşan, ancak sınıra yakınlığı nedeniyle bir Sahil Güvenlik botunun da bulunduğu küçük bir liman. 






Limanda Doğu Akdeniz Dalış Merkezi’nin bir teknesi var. Dalışı bu tekne ile gerçekleştireceğiz. Bizi Merkezin sahiplerinden Necdet Hoca karşılıyor. Malzemlerimizi indirip, hazırlıklarımızı yapıyoruz. Tekne sadece dalış amaçlı değil. Gezi organizasyonu da yapılıyor. Bu nedenle, teknede “non-diver” yolcular da var. Yolcu ve dalıcı listesini Sahil Güvenlik’e bildirdikten sonra nihayet hareket ediyoruz.


Hafif dalgalı birbucuk saati aşan bir yolculuktan sonra Keldağ eteklerini denizle buluşturan bir koyda demir atıyoruz. Manzara oldukça etkileyci. Keldağ sanki denizden fırlamış gibi. Yer yer beyaz bulutlarla kuçaklaşan tepelerinde bir tek ağaç bile görünmüyor. Dağ ismiyle özdeşleşmiş. İlk dalış noktamız Kara Mağara. Dalışı ana tekeneden değil, bizle birlikte gelen Zodyak bottan yapıyoruz. Bunun bir nedeni de “dinamit” yememek. Rehberimiz Necdet Hoca, biz dalarken bir teknenin üzerimize gelip, çıkardığımız kabarcıkları balık zannedip, aşağıya dinamit atmasından endişe ediyor. Olur mu böyle şey diyoruz. Necdet Hoca şaka yapmadığını belirterek, bölgede sürekli olarak dinamitle avlanan “balıkçılardan” dert yanıyor. Bir keresinde dalış yaparken çok yakınına dinamit atıldığını, bu yüzden acil çıkış yapmak zorunda kaldığını anlatıyor. Hatta olaydan sonra dinamit atan balıkçının, “ne işiniz var burada” diyerek bir de pişkinlik yaptığını söylüyor. İnsanın inanası gelmiyor. Necdet Hoca, bizimkilerin komşudan etkilendiğini, Suriye’de dinamitle balık avlanmasının serbest olduğunu söylüyor.


Aslında dinamitle avcılık sadece bu bölgenin değil, tüm denizlerimizin derdi. Sualtının canlılığını ve çeşitliliğini tehdit eden bir illet. Sözde yasak var. Ancak yasağın ve bununla getirilen cezaların ne kadar uygulanabildiği tartışmalı. Ben bugüne kadar bir kişiye ceza verildiğini duymadım. Belki de sualtı severler olarak konuyu biraz daha fazla irdelememiz ve gündemde tutmamız gerek. Bu konudaki duyarlılık, toplumun tüm kesimlerine yayılmadıkça, dinamit dahil yasadışı balıkçılığın önlenmesi mümkün olamayacak. Neyse konuyu şimdilik burada bırakıp dalışımıza geri dönelim.


Zodyak’tan atlar atlamaz bizi ilk karşılayan büyük deniz anaları oluyor. Daha önce görmediğim bir tür. Kardeşimden ödünç aldığım ve ilk defa kullandığım dijital kamera ile (Canon S-80) fotoğraflarını çekiyorum. Dip yapısı değişik. Görüs 20-30 metre. Sıcaklık 28 derece. Makro canlı sayısı fazla değil. Buna mukabil çok sayıda orta boy Akya ve Orfoz görüyoruz. Dinamitle avcılık canlı hayatını olumsuz etkilemiş. 45 dakikalık dalıştan sonra, teknemiz bu kere dağın eteklerinde başka bir koya demirliyor. Burada balık, salata ve makarnadan mükellef öğle yemeğimizi yiyoruz. Koyun hemen açığında bulunan ve uzun taş denilen mevkide iki dalış daha yapıyoruz. Uzuntaş yaklaşık 80 metre boyunda bir kayalık. Aslında iki kayalık. Tam ortasında bir geçit var. İki dalışımızı da bu kayalığın etrafında yapıyoruz. Dipte büyük kaya kütleleri var. İki dalış da güzel geçiyor.






Dalışları bitirdikten sonra saat 17.00 gibi tekne hareket ediyor. Kaptan Güney’e yönelerek, bizi 10 dakikalık mesafede olan Suriye sınırına kadar götürüyor. Sınır dağ eteklerinde dar bir vadiden geçiyor. Vadinin Güney yamacında yer alan beyaz taşlı barakanın Suriye’ye ait olduğu söyleniyor. Saat 19.00’a doğru, Türk Pop müziğinin son esintileri eşliğinde, neşeli bir şekilde limana dönüyoruz.


Hepimizin üzerine tatlı bir yorgunluk çöküyor. Adana’ya doğru dönüş yolculuğu başlıyor. Ancak herkes kurt gibi aç. Anlaşılan öğle yemeği hiç birimizi kesmemiş. ADG’nin geleneği Belen yaylasında mola verip, Belen tava yemekmiş. Geleneği bozmuyoruz. Sipariş bir saat önceden telefonla veriliyor. Sabırsızlıka yaylanın inişinde, Gültepe Restoranına varıyoruz. Kendimize “belen tava”, “nar ekşili naneli salata”, “humus” ve “künefe” den müteşekkil enfes bir ziyafet çekiyoruz. Bence sırf bu ziyafet için bile Antakya’ya dalışa gelinir. Saat 23.00 gibi nihayet Adana’da oluyoruz. Benim bir saat daha yolum var. ADG ekibi ile vedalaşıyorum. Gösterdikleri yakınlığa ve misafirperverliğe teşekkür ediyorum.
Dalış faaliyeti her zamanki gibi farklı dünyalardan insanları buluşturarak, yeni dostlukların kurulmasına vesile teşkil ediyor. Hatay dalışı bunun son örneği oluyor. İşim icabı dünyayı dolaşan biri olarak, bir kez daha memleketim insanının değerine ve güzelliğine şahit oluyorum.